İsimsiz Gerçek

Ayça Tüylüoğlu

08 Şubat - 10 Mart 2007

İlk anlar hep özeldir denir: Tutku ve melankoli insandan böyle böyle beslenir; bu doğru mu bilmiyorum ama bir resimle, yani, hakikatine inandığınız bir varlığın suretiyle göz göze geldiğiniz o ilk an için de, bunun aynı, pekala söylenebilir. Bir resimle ilk kez karşılaşmak hep güzel ve hep özeldir. Suretle hakikatin birbirini tarttışı, ikisinin birbirinin yerine geçmeyi özlediği o anı, yaşayan bilir.

Dünyanın yalnızlıkla beslenen şu hayret verici göreceli büyüklüğünde, ya da düşlerin anca kişiden kişiye değişkenlik arzeden bu göreceli zenginliğinde, bileği ve belleğinin ifade gücünü kullana kullana onunla boy ölçüşen, onu sabırla, enine boyuna tasarlayan, ona inandığı için yeniden kuracak kadar birikintili genç bir kadınla, ben işte yine o yolla, yani resimlerini ilk defa görmek sureti ile tanıştım. 

Şimdi, bu duyusal hazmı zaman gerektirir, doğaçlamaya varacak denli samimi resimlere sizden önce varıp, onlar üzerinden hayata dönüş yolunda kibirle ahkam kesmek, akıl öğretmek de yanlış; çünkü tavrıyla bana Virginia Woolf'u, Tezer Özlü'yü, Nilgün Marmara'yı, hatta Tori Amos'u aynı an içinde anıştıran Ayça Tüylüoğlu'nun, imzalamaktan bile imtina ettiği, katılaşmış düş plastiği misali, birer özerk alan ve malzeme pınarı haline çoktan evrilmiş bu resimleriyle tanışalı, benim için bile henüz çok olmadı. 

Yeni tanıştık belki de, ama onun resimlerindeki Dünyanın karşı tarafına geçmek için, onları tıpkı benden evvel Ayça’nın gittiği gibi, göz bebeklerinin tuvale bıraktığı sezgisel yolu izleyerek, onlar yuvalarından taşıncaya kadar bakarak, sonra görmeye başlayarak, uzunca bir süre daha anlamaya gayret etmem gerek. 

Kent kökenli, pek gayretli, maharetli bir genç kadının, yaşadığı Dünyanyn anlam çoğulluğuna mümkün olabilecek en bireysel ve mahrem, en özverili ve özgüvenli fırça temaslarıyla dokuna dokuna ürettiği bu mekan - resimler, 'ikibinli yılların' Dünyasında hala 'çeyizi düzülesi' kimi olguların, en başta da şefkat ve umudun olabilirliğine, kalabilirliğine işaret eder, ama bunu garantilemez, ıssız, ancak yine de muştular bir doku, bir zanaatkar yan içeriyor. 

Ressamın bu anaç, ebat ve ifadede göz alabildiğine açık ufuklu, arayışçı üslubu, bana ister istemez karşıt - cinsiyetim karşısında, bir tür pusuya düşürülmüşlük duygusu yaşatıyor. 

Garipsersiniz şimdi, e olası tabii: Belki de ilk defa, bir resme bakarken, 'acaba kadın olabilseydim neler duyar, görürdüm' sorusuna yol açabilecek bir merak, hatta kıskançlık ve çaresizlik hissediyorum. Hayır, bunu resimlere de söylüyorum: Onlarla mümkün olduğunca 'göze göz' biçime gelerek, bu resimlerde gördüklerim, ama gördükçe ‘katlandığım’ bu esintimsi, ürperten ızdırabın fiziki ve duygusal cüssesi karşısında yaşadığım baskı size de anlatmayı isterim: Sizi bu resimlere temin ederim ki, varolduğu Dünya ve temsil ettiği cinsiyetin acılarına karşı duyarsız kalmayan genç bir kadının fırçasından çıkan bu dile, anca yeni bir dille karışlık verilebileceği inancım, tam: 

Bu resimlerin her biri, birer betim-hane benim için. Her birinde bir parçamla ayrı ayrı büyüyüp, zor, çok zor bir Dünyaya karşı bu resimler içinde geze göre bir biçimde yetiştiğimi, biriktiğimi hissediyorum. Resmin re-habi(li)tasyon kudreti var; hayatı yeniden kurma inancı ve potansiyeli var bu ‘iyileşip duran’ ama ezelden beri yorgun imgelerde. 

Hastalığı derinleşen ateşli çocukların, kendilerini bıraktıkları dinlencede verdi?i o soyut, iyimser düş molalarının ölçüsüz boşluğu ve mahremi var. Varolan dünyayı yeniden algılamaya, onu ancak duygu ve akılla yeniden eşgüdümle okumaya teşebbüs ederek başlayabileceğimize yönelik, insana hayata karşı gözünü dört açtyran, bir nevi kederli cesaret var. 

Küçük Prens'i ta yıldızlara götüren o simli, mum ışıklı özlemin yalnız, ama engin hakikati var bu resimlerde. Büyümüş ama hala prens ya da prenses olamamış nice sahipsiz küçüğün bakışları var. Evet, İnsanlar bugüne kadar hiç bir yıldıza gitmemiş olabilir. Bunun gibi, bugüne kadar hiçbir insanın da bir resme gittiği ve orada kaybolduğu duyulmamıştır. 

Ama bu, insanların resimlere de yıldızlar gibi bakıp, onlarda umutla kaybolmalaryna engel değildir. Evet, ben bu resimlerin peşine biraz da gözükapalı takılıyorum. Ancak hepsinin gözü üzerimdeyken yapabileceğim daha doğal ne olabilir ? Dünyanın tüm çelişkileri karşısında göz alabildiğine vicdani kabulün, insancıl sorumluluğun kutsal, çilekeş sureti bu resimlerden daha engin, daha savunmasız, daha onurlu ve çıplakça, ama daha nasıl ifade edilebilir?

Evrim Altuğ, Ocak 2007

Öcüler

Tuval üzerine yağlıboya - mürekkep, 40 x 40 cm, 2006

Sözsüz

Tuval üzerine yağlıboya - mürekkep, 200 x 160 cm, 2006

Evsiz

Tuval üzerine yağlıboya - mürekkep, 143 x 187 cm, 2006

Endişe

Tuval üzerine yağlıboya - mürekkep, 200 x 110 cm, 2007

Epizot

Tuval üzerine yağlıboya - mürekkep, 175 x 130 cm, 2006

Karanlık Biri Daha

Tuval üzerine yağlıboya, 40 x 30 cm, 2006

Oda 2

Tuval üzerine yağlıboya - karakalem, 40 x 40 cm, 2006

Bir Detay Hatırlıyorum

Tuval üzerine yağlıboya, 25 x 17 cm, 2006

Bir Detay Hatırlıyorum 2

Tuval üzerine yağlıboya, 17 x 25 cm, 2006

İsimsiz Gerçek

Tuval üzerine yağlıboya, 175 x 30 cm, 2007

Park

Tuval üzerine yağlıboya - mürekkep, 100 x 300 cm, 2006-2007

İsimsiz

Tuval üzerine yağlıboya, 40 x 40 cm, 2006

Oda 1

Tuval üzerine yağlıboya, 40 x 40 cm, 2006

Bu Kanatlar Ağır

Tuval üzerine yağlıboya - mürekkep, 100 x 80 cm, 2006

Paranoya

Tuval üzerine yağlıboya - mürekkep, 180 x 90 cm, 2006

Leke

Tuval üzerine yağlıboya, 60 x 50 cm, 2006